Köşe Yazıları
Tüm Köşe Yazıları
İnsanlığın ortak damak zevklerinden biri olan peynir, en az insanlık kadar eski bir tarihe sahip. Peyniri kimin, nasıl yaptığına dair hala net bir kayıt bulunmasa da 8 – 10 bin yıl öncesine kadar dayanan köklü bir tarihi bulunur.
Yılbaşı gecesinin en bilinen ve olmazsa olmaz adetlerinden biri de nefis hindi ve içli pilav! Yılbaşı sofralarımız onsuz olmuyor. Peki neden hindi? Bu geleneğin kaynağı neresi?
Evde süt kaynatıp yoğurt yapıyorsanız süt kesilmesi ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. Bu durumda “Şimdi ne yapabilirim?” sorusunun yanıtı: “Kesilen sütten peynir yapalım”.
Şehirlerin hafızalarında nesilden nesile devam eden sokak lezzetleri önemli bir yer tutar. Sokak lezzetleri o topraklarda yetişen ürünlere ve yeme içme alışkanlıklarına göre şekil alırlar.
Temiz yiyin, toksinlerden kaçının ve Hayatın tadını çıkarın.
Nar ne güzel meyvedir.
Berekettir, bolluktur içinde barındırdığı altı yüz tohumuyla anlatmaya çalıştığı.
Birkaç 1000 yıldır Akdeniz havzasında ekilen kırmızı şifadır.
Ağacı öyle yaratılmıştır ki sıcağa soğuğa dayanır, gıkını çıkartmaz.
İlk İran’da yetiştiği söylenir. Latince karşılığı ‘Fenike Elması’ imiş. Elmas diyorlarmış. Değeri ta o zamanlarda biliniyormuş demek ki.
Şehirlere verilmiş ismi. Side (Antalya) nar demek, İspanya’da Granada tarihi şehri de adını nardan alıyormuş.
Kur’an-ı Kerim’de yad edilen birkaç meyveden biridir. Eski Mısır’da Tanrılara nar hediye edilir, krallar öldüklerinde yanlarında narlarla gömülürlermiş. Efsaneler, şiirler, türküler yazılmış nar üstüne. Yunan mitolojisinde dahi rastlarız nara.
Peki nar gerçekten bu kadar değerli mi?
Yaklaşık beş metre boylarında bir ağaç, kınagiller familyasından. Ağaç baharın sonlarında kırmızı çiçekler açar. O çiçekler kurutulur, çay yapılır. ‘Hibiskus çayı’ derler halk arasında. Bağışıklığı destekler, antioksidandır, karaciğer yağlanmasına iyi gelir. Ağacın gövde ve dal kabukları tıpta kullanılır.
Narın kendisinden neler yapılıyor peki? Narın suyu mesela kabuğunu da ezerek eklerseniz antioksidan miktarı artıyor. Suyundan likör ve şurup hazırlanıyor. Nar ekşisi, nar sirkesi yapılıyor. Narın çekirdekleri saç ve cilt bakımında kullanılıyor.
Bağışıklığı kuvvetlendiren, kanserli hücrelere, diyabete, yüksek tansiyona iyi gelen bu kırmızı şifanın ağacı ile tanıştığımda bunları bilmiyordum. Oğlumun doğum günü yaklaşıyordu. Hediye olarak nar fidesi aldık. Narı severim ama hiç ağacını yetiştirmemiştim. Sekizinci doğum günü oğlum okuldan gelince arka bahçeye götürdük onu ve fideyi gösterdik. Çok sevindi. Hep birlikte küçük bahçemizin bir köşesine diktik fideyi. Can suyunu verdik, sonrasında pek ilgilenmedik. Kendi kendine büyüyordu. İlk birkaç sene meyve vermedi. Hızlı da büyümüyor. Sanırım üç yıl sonra ilk meyvesini yedik. Zirai ilaç kullanmadan, özenmediğimiz ağacımız artık birkaç tane meyve veriyor ve her nar tanesinde o günü yad ediyoruz.
Bahçedeki nar ağacı bana pahalı bir hediyenin veremediğini, bir çocuğun ağacı olduğunda gözlerinde o dinmeyen ışıltıyı da sundu. Kendisiyle yaş alan bir ağaç. Her geçen yıl birlikte büyüyen iki varlığı seyretmenin, meyvelerini toplamanın mutluluğu…
İşte nar gerçekten bu kadar değerli.
Mochi, Japonların yeni yılda tükettiği pirinçten yapılan geleneksel hamur işine verilen isim.
Anlatılmaz yaşanır. Her derde deva, ruhumuza şifa, içimizi isitan gönlümüzü hoş eden mübarek bir içecek. Benim için bir adaya düşsem yanıma alacağım ilk şey.
İlk kez Çin’de ortaya çıkan çayın tarihi M.Ö. 3. yüzyıla dayanır. Rivayete göre M.Ö. 2700’lerde imparator Shenn Nung bir çay ağacının altında oturur. Bu sırada sıcak su dolu kaseye birkaç yaprak çay yaprağı düşer. Yaprakların suya verdiği renk ve tat imparatorun hoşuna gider. İmparator şifa bulmak amacıyla ilaç olarak kullanmaya başlar
Çay başlangıçta tedavi amaçlı kullanılır. Çay ticaretinin gelişmesiyle ticari bir ürün haline gelir. M.S. 8. yüzyıl Çin’de kültür incelemelerine gelen Japon rahipler, burada çayla tanışır. Bu mucize bitkiyi ülkelerine götürürler. Japon halkı tarafından sevilir, hatta protokol toplantılarında bile seremonisi yapılır
Japonya’dan Hindistan’a, İran’a yayılan çayın Avrupa’nin tamamına gelmesi 12. yüzyılı bulur. Hollanda, Fransa, İspanya ve İngiltere çayla tanışan ilk Avrupa ülkeleridir. Rusya, Çin’den gelen ticaret kervanlarıyla çayla tanışır. 18. yüzyıla gelindiğinde çok sayıda millet çayla tanışmış olur.
Hayatımızın her anında bizim yanımızda olan çayla 1947 yılında Rize’nin Fener mahallesinde kurulan fabrikalayla tanıştık. Fakat bu serüven esasında II. Abdülhamit döneminde başlar. Çayın zirai bir ürün olduğu düşünülür. 1894 yılında orman madenler ve tarım bakanlığı dönemin
sadrazamına bir belge sunar. Belgede çayın ticari değerinin yanı sıra şifa kaynağı olduğu belirtilerek tarımının yapılması amacıyla uygundur onayı istenir.
Onayın kısa sürede çıkmasıyla Japonya’dan tohum tedarik edilir. Çayın ekimi ile ilgili ilk girişimler Bursa’da gerçekleşir, ancak ekolojik koşullar elverişsiz olduğundan girişim başarısızlıkla sonuçlanır.
1917 yılında Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi müdür vekili Ali Riza Erten ve beraberindeki heyet çay yetiştiriciliğini incelemek üzere Batum’a gider. Doğu Karadeniz’de Rize ve çevresinin toprak ve iklim koşulları itibariyle Batuma benzerlik gösterdiğini anlatan bir rapor hazırlar ve dönemin ekonomi bakanlığına sunar.
Rapor 1. Dünya Savaşı nedeniyle askıya alınsa da 1924 yılında Rize ve çevresindeki sosyolojik ekonomik sorunların tartışıldığı bir toplantıda tekrar gündeme alınır. 1924 tarihli çay, mandalina ve portakalın yetiştirilmesine ilişkin 407 sayılı kanun çıkartılır. Dönemin ziraat umum müdürü Zihni Derin tarafından başlatılan ilk çalışmalar Gürcistan’a getirilen ilk tohumlarla mümkün olur.ilk üretim denemesi Borçka’da başlar. Rizeli üreticiler tarafından deneme üretimleri başarılı sonuç verir. 1937 yilinda Batum’dan 20 ton çay tohumu ithal edilir. İlk mahsul 1938 yılında alınır.
Çocukluk anıları:
Bir Rizeli olarak çocukken sırtımda, sepetle elimde ,makasla çay kesmişligim vardır benim de. Tabii benimkisi sadece bir deneyimdi .Ama heyecanlı bir deneyim çünkü çocukken de bilirdik dünyanın en zehirli yılanları ayağımızın dibinden her an geçebileceğini…
Shokugeki no Soma, aslında Yutto Tsukuda tarafından kaleme alınmış bir manga serisi. Serinin ismi "Soma'nın Yemek Savaşı" anlamına geliyor. Babasının aşçılık becerilerini aşmayı hedefleyen Yukihira isimli bir öğrencinin hikayesini anlatıyor. Sōma, başarılı bir aşçı olan babasının yemekhanesinde doğmuş büyümüş, kısacası mutfak tozu yutmuş bir genç. Hikaye Soma'nın Totsuki Academy isimli prestijli bir aşçılık okuluna girmeye hak kazanmasıyla başlıyor. Bakalım boynuz kulağı geçebilecek mi?
Karakılçık buğdayı atalarımızdan kalan nesli tükenmekte olan bir tür yerli buğdaydır. Yerli buğdaylar daha serttir ve daha zor öğütülürler; fakat besin değerleri oldukça yüksektir.
Hatay mutfağının eşsiz lezzetlerinden tescilli ‘Antakya tuzlu yoğurdu’, kendisi tek başına önemli bir yiyecek olmasının yanı sıra, yöreye ait kumbursiye, yoğurt aşı, şişberek, kabak ve ıspanak borani gibi 20’den fazla yemekte kullanılmaktadır.
Antakya Mutfağında birçok yemeğin birlikte sunulduğu yemekler vardır. Biri pişirildiğinde diğeri de mutlaka pişirilir. Tam da bu yüzden isimleri de hep birlikte anılır. “Ekşi Aşı ve Oruk” da bu ikililerden birisidir.