Yaz geldi! O zaman domates yiyelim…

Yayınlanma Tarihi: 22 Ekim 2021
imageYaz geldi! O zaman domates yiyelim… /> ornament

Zaman, bugünlerde o kadar hızlı ki akşam nasıl olmuş, mayıs ne zaman bitmiş, yaz hangi ara gelmiş bilmez oldum…

Zaten mevsimler de sanki bizimle oyun oynuyor. Alışmaya da başlıyoruz kışın geç gelmesine, baharda kar yağmasına, yazın kurak geçmesine. Acaba kışın ortasında çiçeklerini açmaya başlayan ağaçlar da alışıyor mu bu zamanından önceliğe? Yozgat’ın, Çorum’un toprakları da diyor mu bu sene nerede benim yağan yağmurum, eriyen karım? Yapılması gereken çok şey vardır elbette. Ben onlardan ziyade mevsiminde beslenmenin bu mevsimlerin karışıklığında daha da bir önemsenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Nedir mevsiminde tüketmek? Kışın patlıcan yememek, pazardan domates almamak, biberler de aman ne güzelmiş dememek; yazın canı portakal istememektir. Neden peki? Çağımızın gereği olduğunu düşündüğümüz gibi istediğimizi istediğimiz zaman yesek olmazmı? Aslında baklagiller, tam tahıllar, yemişler gibi uzun süre saklanabilen yiyecekler için olur. Ama kışın soğukla mücadele etmiş, tüm yapısı kışa göre tasarlanmış ıspanak, karnabahar, lahana gibi sebzeler yazın tüketilmemeli.

Doğada öyle güzel ve olağanüstü bir düzen var ki çok şaşırtıcı… Kış aylarında vücudumuz soğuğa karşı direnmek için daha çok enerji harcar. Bu enerjiyi nişastalı besinlerle karşılayabiliyoruz. Doğa da bize, o sert kış günlerinde yetişen lahana, ıspanak, karnabahar gibi bitkileri sunuyor. Yazın ise sıcaklık artışı ve terleme vücutta sıvı kaybına neden olurken doğada çilek, kiraz, marul, semizotu gibi bol lifli, bol sulu meyve ve sebzeler yetişiyor. Sizce bu tesadüf olabilir mi? Bol sulu, serin bir karpuz dilimi bizi ne kadar ferahlatır. Kışın ortasında kaç kere canımız soğuk bir karpuz ister ki?

Doğanın ve canlıların birbirleriyle, mevsimlerle olan uyumunu fark edip ona göre bir beslenme rutini oluşturmak kendimize yapabileceğimiz en güzel iyiliklerden kanımca.

Peki kışın hiç mi domates tüketmeyelim? Tüketelim, tüketelim elbet. Yazın sonuna doğru kaynatıp konserve yapalım. Aman uğraşması mı zor, küp küp doğrayıp buzluğa atalım. Ama illa yazın domatesini kullanalım. Baharda ekilmiş, yazın güneşini görmüş domatesi. Taze fasulye ve menemeni pişirip konserve yaparak; bezelye, biber, barbunya gibi sebzeleri de temizleyip dondurucuda saklayabiliriz. Böylece mevsimi dışındaki sebze ve meyvelere ulaşmak kolaylaşır.

Kendi mevsimindeki sebze ve meyveyi tüketmek hem ekonomik olarak hem doğaya bıraktığımız karbon izi bakımından da daha güzeldir. Yazın üretilen gıdalar bol ve daha ucuzdur. Kendi adıma kışın yaptığım konserve domateslerim geçen ay itibariyle bitti. Tüm kış özlemini çektiğim taze domatesleri pazardan alabilmenin ve üzerini tuzlayıp soframda görebilmenin keyfini çıkarıyorum. Tabii her şeyin zamanında daha güzel olduğunu hatırlatıyorum kendime zaman ne kadar hızlı geçse de…

imageMissing Alt Text

Neslihan Alan

Detay
Yazarın Diğer Yazıları
Yazarın Tarifleri

imageMissing Alt Text
Doğa Ve Mutfak

Mutlaka düşünmüşsünüzdür, ormanda yürüyüş yaparken ya da piknikte tabakları masaya yerleştirirken doğanın ne kadar muhteşem olduğunu… Kuş seslerine, peş peşe uçuşan kelebeklere, bir ağacın dibinde çıkan mantarı gördüğünüzde, ufak bir sincabın kaçışına denk geldiğinizde hayran hayran bakakalmadınız mı? Hiç sanmam. Yeşil, ruhumuza çok iyi gelen bir renk. Ve bu renk, doğada alabileceği tüm tonlarıyla bezenmişken…

imageMissing Alt Text
Bir Dondurma Hikayesi

Yıl 1970. Kırıkkale’de küçük bir mahalle. Tek katlı müstakil evler. Çocuklar evlerinin bahçesinde oynamak yerine sokakta toplanmışlar, elleri çamur içinde. Çünkü çamurdan bebekler yapıp kurutacaklar ve onlarla evcilik oynamaya başlayacaklar. Bir anda günün o en güzel anı gelmiştir ve beklenen ses duyulmuştur: ‘’Dondurmacıııııı!’’ Çocuklar hemençeşmeye koşarlar, eller yıkanır. Şimdi o minik avuçlarda birkaç kuruş, çocukları gördüğüne sevinen yaşlı dondurmacı amcanın etrafını sarmışlar. Külahlar şimdiki gibi değil o zamanlar. 2 parmak uzunluğunda küçük kase şeklinde. Ellerde minik dondurmalar, kimisinin parası yoktur ama gönlü boldur dondurmacı amcanın, onları eli boş göndermez. Veresiye de olur, kimisine komşu baba ısmarlar. Bir curcuna olurdu öyle, dondurma arabası diğer mahalleye gidene kadar. İşte annemin gözünden çocukluğunun dondurması böyleymiş. Sonrasında her şey o kadar değişti ki! Mesela benim mahallemden seyyar dondurmacı geçmezdi. Babam bizi evin yakınındaki pastaneye gönderirdi dondurma almamız için ya da marketteki paketli dondurmalardan alırdık.

imageMissing Alt Text
Haydi Mutfağa…

Merhabalar, ben Neslihan. Mutfak eşittir keyif diyen bir anneyim. Mutfak, benim hayatımın en keyifli zamanlarını geçirdiğim, kendi yörelerimizin lezzetlerini denerken bambaşka Dünya mutfaklarına yelken açtığım, yeni keşiflerde bulunduğum bir meditasyon yeri. Sofralar kurmayı, o sofralarda sevdiklerimle beraber lezzetli muhabbetler etmeyi her daim sevmişimdir. Her halde evde yemek yapmanın keyfine varmayı herkes sever. Mesela sevdiğiniz birine bir ziyafet sunacağınız zaman… Önce ne yapmak istediğinize karar verirsiniz. Sonra biraz araştırır kafanıza uygun bir reçeteyi uygulamak için malzemeleri hazırlar ve çalışmaya başlarsınız. Mutfakta geçirilmiş birkaç saatin sonunda çıkan tabağı ikram ettiğiniz vakit, heyecan son noktaya gelmiştir artık. Önce, gözlerinin doyup doymadığına bakarsınız. Şaşırmış olmalı ya da çok güzel göründüğüne dair bir imada bulunmalı. O sıra nefesinizi tutar ve ilk çatalı batırdığı o ana kilitlenirsiniz. Ve sonunda o kadar emek harcayıp sunduğunuz yemeğin enfes olduğunu söyleyen kişinin gözlerinde, aldığı lokmanın hazzını görmenin mutluluğu… Tarif edilemez. Her halde bu platformda tek tarif edemeyeceğim şey bu mutluluk anı olacaktır.

imageMissing Alt Text
Bahçedeki Nar Ağacı…

Nar ne güzel meyvedir. Berekettir, bolluktur içinde barındırdığı altı yüz tohumuyla anlatmaya çalıştığı. Birkaç 1000 yıldır Akdeniz havzasında ekilen kırmızı şifadır. Ağacı öyle yaratılmıştır ki sıcağa soğuğa dayanır, gıkını çıkartmaz. İlk İran’da yetiştiği söylenir. Latince karşılığı ‘Fenike Elması’ imiş. Elmas diyorlarmış. Değeri ta o zamanlarda biliniyormuş demek ki. Şehirlere verilmiş ismi. Side (Antalya) nar demek, İspanya’da Granada tarihi şehri de adını nardan alıyormuş. Kur’an-ı Kerim’de yad edilen birkaç meyveden biridir. Eski Mısır’da Tanrılara nar hediye edilir, krallar öldüklerinde yanlarında narlarla gömülürlermiş. Efsaneler, şiirler, türküler yazılmış nar üstüne. Yunan mitolojisinde dahi rastlarız nara. Peki nar gerçekten bu kadar değerli mi? Yaklaşık beş metre boylarında bir ağaç, kınagiller familyasından. Ağaç baharın sonlarında kırmızı çiçekler açar. O çiçekler kurutulur, çay yapılır. ‘Hibiskus çayı derler halk arasında. Bağışıklığı destekler, antioksidandır, karaciğer yağlanmasına iyi gelir. Ağacın gövde ve dal kabukları tıpta kullanılır. Narın kendisinden neler yapılıyor peki? Narın suyu mesela kabuğunu da ezerek eklerseniz antioksidan miktarı artıyor. Suyundan likör ve şurup hazırlanıyor. Nar ekşisi, nar sirkesi yapılıyor. Narın çekirdekleri saç ve cilt bakımında kullanılıyor. Bağışıklığı kuvvetlendiren, kanserli hücrelere, diyabete, yüksek tansiyona iyi gelen bu kırmızı şifanın ağacı ile tanıştığımda bunları bilmiyordum. Oğlumun doğum günü yaklaşıyordu. Hediye olarak nar fidesi aldık. Narı severim ama hiç ağacını yetiştirmemiştim. Sekizinci doğum günü oğlum okuldan gelince arka bahçeye götürdük onu ve fideyi gösterdik. Çok sevindi. Hep birlikte küçük bahçemizin bir köşesine diktik fideyi. Can suyunu verdik, sonrasında pek ilgilenmedik. Kendi kendine büyüyordu. İlk birkaç sene meyve vermedi. Hızlı da büyümüyor. Sanırım üç yıl sonra ilk meyvesini yedik. Zirai ilaç kullanmadan, özenmediğimiz ağacımız artık birkaç tane meyve veriyor ve her nar tanesinde o günü yad ediyoruz. Bahçedeki nar ağacı bana pahalı bir hediyenin veremediğini, bir çocuğun ağacı olduğunda gözlerinde o dinmeyen ışıltıyı da sundu. Kendisiyle yaş alan bir ağaç. Her geçen yıl birlikte büyüyen iki varlığı seyretmenin, meyvelerini toplamanın mutluluğu… İşte nar gerçekten bu kadar değerli.

imageMissing Alt Text
Diş Kirası

Aylardan Ramazan. Bambaşka bir aydır. Bizi alır oruca, duaya, sabra, paylaşmaya götürür. Bir de her daim geçmişe götürür. Çünkü senelerdir eski Ramazanlar aranır. Anlatılır; şöyle güzeldi böyle güzeldi. Ve bugünlerden sonra sanırım daha da çok anacağız. Pandemi, teknoloji ve kentleşmenin çatısı altında Ramazanları yaşatabilmek, Türk geleneklerini çocuklarımıza aktarabilmek umuduyla…

Tümünü Gör